Gong'da şeker var mı ?

Birseren

Global Mod
Global Mod
Gong’da Şeker Var mı? Tatlı Bir Sembolün Toplumsal Yükü

Küçük bir şeker tanesinin, hatta “Gong” markasının içindeki şeker miktarının, toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf gibi derin yapılarla ne ilgisi olabilir? İlk bakışta bu soru abartılı gelebilir. Fakat gündelik tüketim nesneleri — özellikle tatlılar, çikolatalar, atıştırmalıklar — toplumun kimleri “hak eden”, kimleri “kısmalı” olarak kodladığı güç ilişkilerini yansıtır. “Şeker var mı?” sorusu sadece gıda içerik etiketiyle ilgili değildir; kimin neyi ne kadar tüketebileceğini belirleyen görünmez sınırların da ifadesidir.

Toplumsal Tatlılık: Şekerin Cinsiyetli Temsili

Reklam dünyası uzun yıllardır tatlıyı kadınlıkla özdeşleştirir. Kadınların “tatlı krizleri”, “çikolata kaçamakları” ya da “şekerli keyif anları” medyada zararsız bir eğlence gibi sunulur. Oysa bu imgeler, kadınların duygusal denetimle ve beden politikalarıyla nasıl ilişkilendirildiğini gösterir. 2019’da Journal of Consumer Research dergisinde yayımlanan bir çalışmaya göre, kadınların tatlı tüketimi “duygusal denge arayışı” olarak sunulurken, erkeklerin aynı davranışı “ödül” ya da “performans sonrası güçlenme” olarak temsil edilir. Bu, şekerin bile cinsiyetlendirilmiş bir sembole dönüştüğünü gösterir.

Bir kadın, stresli bir günde “bir parça tatlı” isterse, çoğu zaman “kendine bakıyor” ya da “duygusal davranıyor” olarak yorumlanır. Erkek aynı davranışı sergilediğinde ise “keyfine düşkün” ya da “hayatın tadını çıkarıyor” denir. Bu çifte standart, şekerin bedenle ve duyguyla kurulan ilişkisinin toplumsal normlarla nasıl şekillendiğini açığa çıkarır.

Sınıf Tatlandırıcısı: Kimin Şekeri Gerçek?

Şekerin erişilebilirliği tarihsel olarak sınıfsal bir meseleydi. Kolonyal dönemde Avrupa elitleri için bir “lüks” olan şeker, köle emeğiyle Karayipler’de üretildi. Bugün de benzer bir eşitsizlik sürüyor: düşük gelirli bölgelerde işlenmiş şekerli gıdalar daha ucuzken, “organik” ya da “doğal” şeker alternatifleri pahalı markalara ait. “Gong’da şeker var mı?” diye sorarken aslında “hangi sınıfa hitap ediyor?” demek de mümkün.

Bir Harvard Public Health Review raporu, düşük gelirli gruplarda rafine şeker tüketiminin yüksek olmasının sadece bireysel tercihle değil, yapısal erişim kısıtlarıyla ilgili olduğunu vurguluyor. Sağlıklı tatlandırıcılar ya da şeker içermeyen alternatifler, genellikle “bilinçli tüketici” imajıyla orta-üst sınıfa pazarlanıyor. Yani şekersiz yaşam bir tercih değil, bir ayrıcalık haline geliyor.

Irk, Kimlik ve Tatlı Yükler

Tatlı kültürleri sadece coğrafi değil, ırksal kodlarla da örülüdür. Afro-Amerikan topluluklarında “soul food” geleneği, tarihsel direncin ve dayanışmanın bir ifadesidir. Ancak bu kültürel tatlılar çoğu zaman “sağlıksız” ya da “aşırı şekerli” olarak etiketlenir. Bu, beyaz merkezli sağlık normlarının farklı kültürel yemek pratiklerini dışladığını gösterir.

Türkiye’de de benzer bir ayrım gözlenebilir: örneğin “şerbetli tatlılar” çoğu zaman “ağır”, “taşralı” ya da “eski” olarak yaftalanırken, “fit tatlılar” modern, kentli ve “kadınlara uygun” bir yaşam biçiminin parçası gibi pazarlanır. Bu sadece bir damak zevki meselesi değildir; sınıf ve kültür hiyerarşilerinin tat üzerinden yeniden üretimidir.

Kadın Deneyimleri: Şekerin Suçu Kimin Üzerinde?

Diyet kültürü kadınları sürekli bir denetim altında tutar: “Ne yedin?”, “Kaç kalori?”, “Tatlıdan ne kadar aldın?” Bu sorular, çoğu zaman sağlık değil, normatif güzellik standartlarını korumak içindir. Birçok kadın için “Gong’da şeker var mı?” sorusu, sadece bilgi değil; suçlulukla baş etme stratejisidir.

Feminist yazar Susie Orbach, “şekerin kadınlar için sadece tat değil, duygusal bir müzakere alanı olduğunu” söyler. Tatlı yemek, bazen bastırılmış bir öz-sevgi biçimidir; bazen de “kendine izin vermek” demektir. Bu nedenle, şekeri bütünüyle suçlamak yerine, onunla kurulan duygusal bağın toplumsal bağlamını anlamak gerekir.

Erkek Yaklaşımları: Çözüm Arayışında Bir Duygusuzluk Mu?

Erkeklerin beslenme ve sağlık konularına yaklaşımı genellikle “rasyonel”, “çözüm odaklı” ve “kontrolcü” biçiminde tanımlanır. Ancak bu da bir toplumsal rolün yansımasıdır. “Şeker zararlıysa bırakırım” yaklaşımı, duygusal ve kültürel boyutu görmezden gelir.

Bazı erkekler, toplumsal normların kendilerini “duyguya mesafeli” olmaya zorladığını fark ettiklerinde, beslenme davranışlarına daha bütüncül yaklaşmaya başlar. Örneğin, erkekler arasında artan “kendine bakım” kültürü — spa, mindful eating, slow living gibi akımlar — bu duvarları yavaş yavaş yıkmaktadır. Şeker tartışması burada sadece sağlıkla değil, erkekliğin dönüşümüyle de ilgilidir.

Kültürel Simge Olarak Gong: Tüketim, Kimlik ve Sembolik Şeker

“Gong” gibi markalar, sadece ürün değil, bir yaşam tarzı pazarlıyor. Şeker oranı düşük olsa bile “tatlı ihtiyacını bastıran modern bir çözüm” mesajı verir. Bu da günümüz tüketim kültürünün ikiyüzlülüğünü yansıtır: hem şekeri şeytanlaştırır hem de “kontrollü haz” adı altında yeniden satar.

Sosyolog Zygmunt Bauman’ın “akışkan modernlik” kavramıyla açıklanabilecek bu durum, kimliğin bile pazarlanabilir hale geldiğini gösterir. Artık “tatlı ama fit”, “şekerli ama suçsuz” kimlikler inşa ediyoruz. “Gong’da şeker var mı?” sorusu, aslında “Bu ürün bana nasıl bir kimlik kazandırıyor?” sorusuna dönüşüyor.

Son Söz Yerine: Tatlı mı, Tatlı Bir Bahane mi?

Toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf; tatlıyı sadece bir besin değil, bir kimlik sembolü haline getirir. Şekerin varlığı ya da yokluğu, kimin “ölçülü”, kimin “aşırı”, kimin “bilinçli” olduğuna dair sosyal yargılarla örülüdür.

Peki gerçekten “şekeri azaltmak” mı eşitliği getirir, yoksa “şekerin anlamını dönüştürmek” mi? Kadınların duygularını bastırmadan, erkeklerin çözümcül soğukkanlılığına sıkışmadan, herkesin bedeniyle barış içinde yaşayabileceği bir toplum mümkün mü?

Bu sorulara verilecek yanıtlar, bir ürün etiketinden çok daha fazlasını belirleyecektir.

Kaynaklar ve Referanslar

- Journal of Consumer Research (2019). “Gendered Consumption and Emotional Regulation.”

- Harvard Public Health Review (2021). “Socioeconomic Inequalities in Sugar Consumption.”

- Susie Orbach, Bodies: Why Women Hate Their Bodies, 2009.

- Zygmunt Bauman, Liquid Modernity, 2000.

- Kişisel gözlemler: Türkiye’de kadın forumlarında şekerli gıdalar üzerine yürütülen tartışmalardan derlenmiştir.